reklam

9 Ağustos 2009 Pazar

Senki Filmi izle



REDDEDİLEMEZ BİR ÇEKİCİLİK

Artık sık tekrarlanan bir gelenek halini almaya başladı, ilk filmlerinde kendilerine hayran bıraktırıp, gönüllere taht kuran şaheserler üreten yönetmenlerin hemen arkasından ‘şaka’ niteliğinde şok edici biçimsel denemelere giriştikleri filmler yapmaları. Darren Aronofsky Kaynak ile Richard Kelly ise Kıyamet

Öyküleriyle “Ee şimdi ilk film başyapıtken, bunlar nedir böyle” dedirttiler. Çok önemli ve insani bir politik sinema örneği olan mükemmel Yağmurdan Önce’nin yönetmeni Milcho Mancievski’nin üçüncü yönetmenlik çalışması olan Gölgeler yukarıdaki iki maceraperestin ki kadar uçuk deneysel çabalar kadar olmasa da, yönetmenin yeni bir tarzda kendine özgü bir üslup yaratmaya çabaladığı gözlemlenen bir film.

Film Lazar adlı doktorun aralarında sorunlar olduğu eşiyle tartışıp, bir hışımla arabasına atlayıp dışarı çıktığında yaptığı kaza sonrası gelişmelerini anlatıyor. Lazar dört gün komada kalmıştır, ölümden dönmüştür. Ama yine eşiyle aralarında sorunlar vardır. Eşini ve oğlunu ailesinin yanına bırakıp, kenteki evine ve iş hayatına yalnız dönmesiyle garip olaylar zuhur etmeye başlar. Bu noktadan sonra Manchievski sürprizlere ve farklı okumalara açık, adım adım kartlarını açık etmeye başlayan bir yapı kuruyor. Önclikle Lazar kaza sonrası bir yıldır unutkanlık problemiyle boğuşmaktadır. Zamanla bu hayaller görme ve paranoya boyutlarına da varır. Evine döndüğü anda karşısına çıkan yaşlı kadın hem ürkütücü hem de acınacak bir haldedir ve farklı bir lehçeyle “ Sana ait olmayanı geri ver” demektedir Lazar’a ve farklı zaman ve mekanlarda karşısına çıkarak yineler bu dileğini. Lazar cümlenin anlamını bulmaya çabalarken, biz de Lazar’ın dramını anlamaya çabalarız ve çok yorgun düşeriz çünkü Manchievski bilinçli veya bilinçsiz öğrenci filminden farksız bir kurguyla selamlıyor izleyiciyi. Devamlı bir gizem unsuru ortaya çıkıyor farklı bedenlerde, görüntülerde ama bunların neye işaret ettiğini anlamamız için inadına karışık bir kurguya, anlamsız ve zorlama diyaloglardan kurulu bir senaryoya yer veriliyor sanki. Yönetmen sanki diyor, ilk yarı sabredebilene kinci yarı armağanlarım var. Ve öyle de oluyor. Havada kalan çoğu metafor ete kemiğe bürünmeye başlıyor. Ama yönetmen bu yönden anlaşılabilirliğini arttırırken, nerdeyse tüm film boyunca Lazar’ın hastalığının da etkisiyle hayal veya gerçek hangi alemde yaşadığı konusunda hep arafta bırakıldığımız bir konuma oturtuluyoruz. Olaylara dahil olan gizemli ve güzel bir kadın da Lazar’ın aşk hayatına katılıyor. Sırların açığa çıkmasında önemli rol oynuyor. Ayrıca Lazar’ın duygu eksiği olan aşk hayatına da farklı boyutlarda kayıtsız kalamayacağı, belki de ihityaç duyduğu heyecanlar getiriyor.

Manchievski hikayesinin nerdeyse tamamında hayalet filmleri janrının klişelerini kullanmış ama filmine uygun düşecek bir yerellik ve derin anlamlarda yorumlanabilecek siyasi bir söylem de ekleyince farklı bir tat da bırakmıyor değil. İlk duyduğumuzda tam bir kapalı kutu olan “Sana ait olmayanı ger ver” söylemi, anlamı yerini buldukça acılarla örülü bir nedensellik boyutuna varıyor. Zamanında yerlerinden yurtlarından edilmiş, sürülmüş, initihar etmiş yani biraz da ölümleri kendiliğinden değil, dış etkenler sebebiyle olmuş ruhları konu ediniyor. Tekrar tekrar dünyaya gelip, acılarını bir kez daha yaşayanların hüzünlü hikayesi bunlar. Hele ki bu topraklar, son çeyrek asırlık dönemde ülke içi ve dışı menfaat kaynaklı kavgalarla, göçlerle, savaşlarla harabeye dönmüş yitik ruhlar bölgesi Balkanlar olunca, Manchievski’nin metaforları sosyopolitik bir gerçeklik düzlemine oturuyor.

Yönetmen müzik kullanımıyla filmin yerelliğine önemli ve yerinde vurgular yapmayı ihmal etmiyor ve filmin Balkan havasını rahatlıkla hissedebiliyorsunuz. Ayrıca film üzerine yapılan yorumlarda pornografi derecesine varan ve hikayeye hiç katkısı olmadığı öne sürülen cinsel içerikli sahneler olduğu konusunda ahkam kesenleri hiç anlamadığımı, hatta aynı filmi seyrettiğimizden dahi emin olmadığımı söylemek isterim. Lazar zaten yitik bir ruh, ruhu tamamlanmayı, hayatla bütünleşmeyi arıyor. Yaşadığı akli sorunlar ve paranoyalar sebebiyle hayattan koptuğu gibi, eşiyle de arasında iletişimsizlik sorunları var. Tanıştığı kadın da bu hayattan kopuşu çok trajik bir kayıp ruh. Ve birbirlerini buluyorlar. Bastırdıkları, hayata haykırmaya çalıştıkları ve en önemlisi ihtiyaçları olanı birbirleri için bildiklerinden bütünleşmenin en saf halini yaşıyorlar. Manchievski’nin dünyada fiziki olarak yaşıyor gözükenle, yaşamayıp bu dünyada ruh olarak dolaşan varlıklar arasında fark olamayabileceğini farkettirmesi bile çok önemli bir erdem ve çekiciliğini sağlayan unsurlardan biri. Hele ki sevişme değil bence bütünleşme, varlıklarını hissetme sekansları öylesine estetik ve duygu yoğun, kanlı canlı bir tablo olarak resmedilmişler ki; arka fonda akan ve coşkuyu arttıran, bir o kadar da hüzünlü Balkan ezgileriyle tarifsiz bir rüya alemine konuk oluyorsunuz sanki. İki ruhun hayatlarındaki karamsar tablolar içinde rüyasal bir eylem bu yaşadıkları sanki. Bir sonu olan, tekrar gerçek hayatın sıkıştırılmış, soğuk, iletişim yoksunu dünyasına dönülecekmiş hissi veren, aynı zamanda acıklı planlar da. Ki hiçbir şekilde çok saf ve yerinde bir erotizm sınırını aşmıyor Manchievski ve çok da iyi yapıyor. Çünkü herhangi bir aşırılığın böylesi masalsı bir atmosferde göze batacağı talihsiz bir seçim olacağı da aşikar.

Ayrıca finaldeki hüzünlü veda(bir diğer taraftan kurtuluş,özgür olma) sahnesi de bir başka etkileyici meziyeti Makedon ozanın. Manchievski denemeye, hata yapmayı göze alarak deneysel çabalara imza atmaya devam ediyor. Ve belki tarih sayfalarına kazınmayacak filmler yapacak ama her birinin bence şu ortak tarafı olacak; kesinlikle kof ve anlamsız, derdi olmayan bir film gözüyle bakamayacağız onun yapıtlarına. Bizi yanlışlar yaptığı bir filmde dahi böylesi düşündürebiliyorsa, önemli bir yönetmen olmasa veya olamayacak dahi olsa da, değerli bir sanat ve fikir adamı olduğu açık...

Murat Ata

0 yorum: